Araştırmacı-Şair Mehmet Gözükara Sevinli İbişali Amcayı yazdı!

Elbistanlı Araştırmacı-Şair Mehmet Gözükara 27 Bölümdür yayınladığı Tecrübe İle Sabit Yazı dizisinin 28. Bölümünde Sevnli İbişali amcanın anılarına yer verdi.
Büyüksevinli hemşehrimiz Kemal Alp’ten derlediği önemli anılar Elbistan Kaynarca Gazetesinde de yayınlandı.
Her Sevinlinin bildiği o anıları bir de Mehmet Gözükara’nın kaleminden okuyalım.
TECRÜBE İLE SABİT -28-
Selamün aleyküm ey Allah’ın evi.
10 Ekim 2021 tarihinde Afşin’in Sevin mahallesinden Hacı Kâyeler kabilesine mensup Kemal Alp’le bir araya geldiğimizde söz döndü dolaştı ‘Tecrübe ile sabit’ yazılarına geldi.
Kemal Bey’in ‘Bende bu konuyla ilgili çok malzeme var’ demesi üzerine, telefonun ses kayıt düğmesine basarak sohbeti başlattık.
***
Bizim Sevin’de İbiş Ali namında,  bir adam vardı.
Bir gün, pek girmediği caminin kapısının açık olduğunu fark eden bu adam, dikkat çekmemek için, sağa sola dahi bakma gereği duymaksızın içeri girerek kendi kendiyle şu diyalogda bulunur:
– Selamün aleyküm ey Allah’ın evi.
– Ve aleykümselâm İbiş Ali.
– Benim birkaç halı ile kilime ihtiyacım var, ne dersin?
– Lafı bile olmaz İbiş Ali, her şey senin!..
İbiş Ali yatsı namazından sonra, çaldığı halı ve kilimleri doğruca Emirilyas köyüne götürerek orada birine satar.
Caminin hocası -Elbistan’da metfun- Elbistanlı Mehmet Efendi sabah namazı için camiye girer ki ne görsün, sergilerin yerlerinde yeller esiyor. Tabii, bu işi kimin yaptığını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yoktur.
Bizim imam da, namazdan sonra doğruca İbiş Ali’nin yanına giderek halılar hakkında sorular sorar. İbiş Ali almadığını söylemeye kalktığında da, sözü fazla uzatmadan ‘Sen bu sergileri aldın ve Emirilyas’ta falan kişiye sattın’ deyiverir.
İbiş Ali ‘Hiç öyle şey olur mu hocam. Ben o kadar mı etime düştüm; caminin halısını nasıl çalarım? Bunu bana nasıl yakıştırıyorsun?’ diyerek hocayı ikna etmeye çalışırsa da, bir türlü ikna olmadığını görünce, yaptığım iş ortaya çıkar korkusuyla, halı-kilimleri sattığı adamdan alıp getirerek, Ortapınar’ın üst tarafında, Mağaragözü denilen yere götürüp saklar. Hem de ne saklama, üstlerini taş ile kapatmakla yetinmeyerek çalı-çırpı ile de kamufle eder.
Bunu yaptığında da ‘Haydi, hoca gelsin de burada da bulsun!’ diye kendine bir güven gelir.
Aynı köyde yaşayan imamla İbiş Ali birkaç gün sonra tekrar karşılaşırlar. İmam İbiş Ali’den yine sergileri ne yaptığını sorar.
İbiş Ali de, kendinden emin ve gayet sakin bir şekilde, almadığını söyler.
Hoca ise, sesini dahi yükseltmeksizin;
‘Ula İbiş Ali, Emirilyas’tan alıp getirdin. Ve Ortapınar’daki Mağaragözü’ne sakladın. Üstünü de taşla kapatıp, onun da üstüne çalı-çırpı çektin. Git, caminin halısını, kilimini getir ve beni daha fazla yorma! Cemaat guru yerde namaz kılıyor’ der.
İmamdan kurtulmanın yolunun aldıklarını geri vermeden geçtiğini anlayan İbiş Ali, bir yatsı namazı sonrasında, çaldığı halı ve kilimleri getirip sokrana-sokrana camiye bırakır.
Dedem Durmuş Ağa’nın kardeşi Ali Emmi İbiş Ali’yle iyi arkadaş imiş. Daha açık söylemek gerekirse birlikte çok işe çıkmışlar. Sizin anlayacağınız, karşılıklı birbirlerinin sırlarına vâkıf iki arkadaş…
Ali Emmi’nin ölüm döşeğinde yattığını ve durumunun hiç de iç açıcı olmadığını duyan İbiş Ali kalkıp ziyaretine gider. Ali Emmi onu görünce eski günleri hatırlayarak;
‘Ula İbiş Ali, seninle de az birlikteliğimiz olmadı.
Hatırlıyor musun, filancaların koyununu çalıp falancalara satmıştık. Şunların hindisini, bunların halısını aşırmıştık…’ diye konuşmaya başlar.
İbiş Ali bakar ki söz uzayıp gidiyor. Dayanamayıp;
‘Ali, Ali!.. Ölüyorsan doğru dürüst öl. Ölüyorsun diye de her şeyi döküp devirme… Sen gidiyorsun, bense burada kalıyorum’ deyiverir.
***
Sözün burasında;
‘İbiş Ali’den anlatacakların bundan ibaret olmasa gerek’ demem üzerine Kemal Bey başladı anlatmaya:
‘Karaelbistan’da bir ebeyi kaçıran Hasan diye biri vardı; Arpacıların Hasan!.. O zamanlar ben dokuz-on yaşlarındaydım. Ebeyi önce bizim köye (Sevin’e) getirdiler. Hasan Yusuf Amcamın arkadaşıymış.
Ömrümde görmediğim, upuzun şarjörlü bir silahı olup, döşüne çaprazvari taktığı fişeklikle askerden çok eşkıyaya benziyordu. Onu öyle görünce ‘Acaba bu asker mi?’ diye düşünmüştüm. Hacı Kâyelerin evlerinin orda duruyor ve, çocukluk bu ya, meraklı gözlerle olup biteni seyrediyorduk.
Hasan Arpacı’nın yanında Edo* ile Çiti Yusuf** da vardı. Bu ikisi Hasan’ın arkadaşıymış. Aralarında istişare etmişler ve ‘Hacı Kâyeler misafirperverdir. Sonra, Yusuf da arkadaşımız. Bizi ancak onlar korur. Doğruca Sevin’e gidelim’ demişler.
Asker elbisesi içerisinde, devletin görev başındaki ebesini kaçıran Arpacı’nın peşindeki kolluk kuvvetleri yerde göz, gökte kanat açtırmıyor; tüm yolları tutmuşlar…
Yaptıklarının infiale sebep olduğunu gören üç kafadar tabii alabildiğine tedbirli davranıyor. Köye girmeden, köyün kolluk kuvvetleri ile çevrili, yani temiz olup-olmadığını öğrenmek için Edo ile Çiti Yusuf aralarında bir parola belirleyerek ‘Köyde kolluk kuvveti yoksa birbirimize şu şekilde, varsa şu şekilde seslenelim’ diye sözleşirler.
Önden giden Edo köyün girişinde kurt ulumasına benzer bir ses çıkarır. Karşıdan da ulumayla karşılık verilir.
Ne ise, Edo’nun arkasından Çiti Yusuf, akabinde de Hasan Arpacı ile kaçırdıkları ebe köye geldi. Ebe olduğunu da bilmiyoruz. Kadın ‘Ayağıma diken battı, şöyle oldu, böyle oldu’ diye şikayetlenip duruyordu. Eve buyur edilen misafirlere yemek hazırlandı. Çay-sohbet derken saat gecenin on biri oldu.
Bu sırada Hasan Arpacı’nın ‘Tedbiri elden bırakmak olmaz. Hacı Kâyelerin Yusuf’un arkadaşım olduğunu cümle âlem biliyor. Bu tarafa gelecek müfrezenin ilk bakacağı yer burasıdır. Bize daha emin bir yer lazım!’ demesi üzerine Yusuf Emmim ‘İbiş Ali’den kimse şüphelenmez. Olmazsa sizi oraya götürelim’ diyor.
Hasan Arpacı ile ebeyi İbiş Ali’nin evine götürdüler. Edo ile Çiti Yusuf’sa emmimlerde yattılar.
Olup bitenlerden pek haberi olmayan İbiş Ali, gelenlerin karı-koca olduklarını düşünerek bir yatakta yatırır. Sabahleyin de, yıkandıkları suyu süpürge ile evin dört geçesine serper. Neden böyle yaptığını soranlara da, eve bereket gelsin diye yaptığını söyler…’
Tabii ki hikâye burada bitmiyor:
‘Bir ara, Edo ile Çiti Yusuf’un konuşmalarına kulak kabartan Yusuf Emmim, bu ikisinin kendi aralarında;
‘Arpacı’yı öldürüp ebeyi biz alalım’ dediklerini işitir.
O günün sabahına misafirlerini alıp dağdan aşırarak Serkizçayırı’nın muhtarı Hasan’a teslim eder. Ve bir fırsatta Arpacı’yı dışarı çağırarak, Edo ile Çiti Yusuf’un konuşmalarını aktarır. (Ve belki de bu çetrefilli işten bir an önce sıyrılmak için çıkış yolu olarak gördüğü planını devreye sokar). ‘Vallaha Hasan, seni vuracak oluyorlar. Geldin bize sığındın. ‘Hacı Kâyeler misafirine sahip çıkamamış!’ dedirtme. Bak iki-üç gündür birlikte dolanıyoruz. Benim de işim gücüm başımdan aşkın. Fırsatın varken başka bir yere git!’ der. Bu sırada ebe de dışarı çıkar.
Hasan Arpacı’nın gözü az ilerde duran motosiklete takılır. Ve ebeye işaret ederek, motorsiklete atladıkları gibi soluğu Hunu’da alırlar. Ve tekeri patlayan motosikleti orada bırakarak gâhî yaya, gâhî vasıtayla Osmaniye’ye varırlar. Orada da yakalanırlar.
Bu arada, bizim köye geldiklerini haber alan müfreze köye baskın yaparak Hacı Kâyelerden birkaç kişinin silahını aldı. Ağabeyim Ali Alp, kanun kaçaklarını saklamaktan on bir ay hapis yattı.’
* Edo: 1934‘te Afşin’in Emirli köyünde doğdu. 1 Ocak 1972’de öldü. Asıl adı Yahya Bülbül’dür. Çevresinde yiğitliği ve gözü-pekliği ile ün salmış bir pehlivandır.
**Çiti Yusup: Asıl adı Yusuf Çay’dır. Afşin’in Emirli köyündendir. Edo’nun taydaşıdır. Güreşçidir. Gözü-pektir. 1971 yılında birden ortadan kaybolur ve o gün bugündür ne ortaya çıkar, ne de yerini bilen birine rastlanır.
Ezcümle: Çalan da, kaçıran da adam sonuçta…
Not: Bu yazıya kaynaklık eden, Afşin’in Sevin mahallesinden ve Hacı Kâyeler kabilesinden sayın Kemal Alp’e (1960) teşekkürü borç bilirim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir